REFERANDUM’DA AKIL TUTULMASI YAŞANMASIN
Veteriner Hekim Nurettin ÖZTÜRK
İnsan köleliğin ayırdına vardığı ölçüde özgürdür. SPİNOZA
BİR FIKRA.(Bu fıkra'yı değerli meslektaşım Uzman Veteriner Hekim Hikmet AVVURAN'ın ''Hatıralarım ve Fıkralarım'' adlı eserinden aldım.Meslektaşımdan özür diliyorum.)
YORUMSUZ:
Köyün ağası sadistmiş,çoban öldürmekten zevk alıyormış.Her tuttuğu çobana:'Bu keçileri meraya götür ama gelirken oynaya oynaya getirmesen senin başını keserim' dermiş.Bu şekilde birkaç çobanın başını kesmiş.Bir gün çok zeki bir Keloğlan çıka gelmiş.Onunla da aynı pazarlığı yapmış.Keçileri oynata oynata getir,aksi halde başını keserim demiş.Keloğlan keçileri oynatmak için bütün keçilerin ön bacaklarını kırmış..Ağa akşam Keloğlan'ın kafasını kesmek için evinin bahçesinde merakla bekliyormuş.Ayakları kırık keçiler harman dalı oynar gibi ahıra gelince ağa gık diyememiş.Ama bir şart daha koşmuş,eğer bu keçileri yarın gülerek getirmesen kelleni keserim.Aksi taktirde sen beni öldüreceksin ve o zaman çiftlik senin olacak.Akıllı çoban ertesi gün ahıra gelirken keçilerin hepsinin üst dudaklarını kesmiş ve sadist ağayı yenerek çiftliğe sahip olmuş.
GÜLMEYE CESARET EDEMEDİĞİMİZ BİR ANIM:
Lise'de Kimya dersinden sözlü sınavı yapan hocamız, her numarasını okuyarak kara tahtaya kaldırdığı öğrenciye yavrum''mecbursun asit mi içersin baz mı' soruyordu.'asit hocam 'geç sıfır.bir diğeri 'baz hocam' geç sıfır.Asit –baz yanıtlarından en az on arkadaş sıfır aldı.Sıra bana geldi.Sen ne içersin yavrum.Pek öyle zeki biri olmamama rağmen bir anda aklıma geldi.'Hiç ölmeye niyetim yok hocam, ne yaparsan yap,ne asit ne de baz içerim' .Yanıtını verince üç tane 100,istersen yıl sonuna kadar sözlü sınavı olmayabilirsin yavrum. Geç yerine dedi.
12 Eylül 1980 Askeri faşist diktatörlüğün din eksenli pozitif ayrımcılığı ve ABD emperyalizminin BOP(Büyük Ortadoğu projeleri ) kapsamında palazlanan işbirlikçi yeşil komprador burjuvanın destekleri ile güçlenen AKP iktidarı sekiz yıllık icraatları; hep sanal Kürt açılımı , Roman açılımı,türban açılımı,özelleştirme adı altında yağma talan, demokratik Cumhuriyetçi yapının kurumları üzerinde faşizan baskılar,4-c,4-b altında geleceği olmayan işçi ve memur köleleştirme , sağlık skandalları,gazeteciler,yazarlar,aydınlar ve yüzlerce suçsuz günahsız insanlar üzerine uygulanan faşizan baskılar iki yıl gibi uzun süredir Ergenekon safsatası suçlaması ile özgürlükleri elinden alınmış kimisi intihar etmiş,çoğunun hakkındaki suç unsurunun ne olduğu bilinmemesine rağmen işinden, güç'ünden edilmiş aileleri perişan insan hakları ve hukuka aykırı bir durum yaratılarak dört duvar arasında sonları meçhul bir halde haklarında yürütülen soruşturmanın suçlamaların ne olduğunu beklemekten sabırları taşmış ve aile bütünlükleri yok edilmiş psikolojik durumları yıkılmış bir vaziyete getirilen bir toplumsal yıkım projesi. Bir hukuk devleti kendi insanına bu durumları nasıl yaşatabilir. Ülkemiz insanları üzerine bir karabasan gibi korku imparatorluğu sinmiş ümmet toplumundan özgür birey yaratan Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu laik-demokratik hukuk devleti olan Cumhuriyetin vatandaşlarını ve bir ulusu bu durumlara düşüren zihniyet 'demokrasi bizim için amaç değil araçtır''demişti peki neyin aracı ''bir insan hem laik hem de Müslüman olamaz ''demekle neyi kastetmiştir, bu günkü başbakanımız RTE,
HATIRLAYALIM:
''Bu ülkenin yüzde 99'u üstelik Müslüman , hem Müslüman hem laik olunmaaaz, ya Müslüman ya laik olacaksın,ikisi bir arada olduğu zaman adeta ters mıknatıslanma yapar,mümkün değil ikisinin bir arada olması ,durum böyle olunca ben Müslüman'ım diyenin tekrar yanına gelip aynı zaman da bir de laik demesi mümkün değil,niye çünkü Müslüman'ın yaratıcısı olan Allah kesin hakimiyet sahibidir.
PEKİ NASIL BİR DEMOKRASİ; Bu demokrasi amaç mı olacak, araç mı olacak.İşte burası tartışmaya açılmalıdır.Bize göre demokrasi hiçbir zaman amaç olamaz.Demokrasi ancak ilmi noktada ele aldığımız zaman bir araç olduğunu göreceğiz.Bu medeniyet inanıyorum ki,21.asırda İslam medeniyetinin öne geçtiği asır olacaktır. Bu yeni medeniyet dalgasına kim katkıda bulunuyorsa o katkı da bulunanlar ecrini kat ve kat fazlasını alacaklardır. Yeni medeniyetin İslam medeniyetinin onurlu yükselişine katkıda bulunmayanlar zillet içinde kalmaya mahküm olacaklardır.(TEKBİRLER)
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bak yalan , koskoca bir yalan .Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bak burada iyi düşünün, sandığa giderken milletindir.Ama madde de ve mana da egemenlik kayıtsız şartsız ALLAH 'ındır''(Ecrin:Allah'ın hediyesi. Zillet: alçaklık anlamındadır.)
Bu din istismarı ve dini siyasallaştırma amaçları Ulusal Kurtuluş savaşı sonrası kurulan laik demokratik cumhuriyete olan kini, nefreti değil midir. ABD Emperyalizminin BOP'lerinin eş başkanı olduğunu övünerek gururlanarak söylememişler miydi.Emperyalistlerin hazmedemedikleri tüm İslam ülkelere bir örneklik teşkil eden laik –demokratik çağdaş Cumhuriyet yönetimidir. Tüm amaçları bu Cumhuriyetin yıkılarak Kemalist düşüncenin ve Ulusal Kurtuluş Savaşı destanının tarih bilincinin hafızalardan silinerek , özgür birey yerine duyarsız ümmetçi bir topluma dönüştürme projeleri bu da ancak 'ılımlı İslam'' modeli çağdışı bir yönetim anlayışı bir İslam ülkesi olan bu ülkede yaratmak mümkündür, düşüncelerinden hareketle ülke insanlarının zaaflarından da yararlanarak dini , etnik ve ırkçı milliyetçi bölünmelerle ulusun direncinin kırılması tuzakları ile uyguladıkları sinsi politik stratejik projeleri bir noktada başarılı olmuştur.Tüm bunlar ve daha yüzlerce yaratılan anti demokratik baskı araçları ve kaos ortamını sağlama da etkili olan 12 Eylül 1980 Askeri faşist diktatörlüğü ve antidemokratik anayasasından yararlanan zihniyet aslında bu anayasayı daha da çağın gerisine götürerek demokrasi.insan hak ve özgürlüklerini daha da daraltan ve ulusumuzun özgürlükçü kazanımlarını savunmasız hale getiren, tek yönlü ve anti demokratik yöntemle hazırlanan Parti Anayasa değişikliklerini referanduma sunarken ,sekiz yıl anti-laik zihniyetlerine hizmet eden ruh ikizi 1982 faşist anayasasını hazırlayan askeri faşist diktatörlüğün baskıcı rejiminde yaşanan cinayetlere timsah göz yaşlarını dökerek ,duygu sömürüsü yaparak kimya hocamın sınavı gibi ya 82 ya da bizim anayasa değişikliği söylemleriyle beyinleri bulandıran ve bulanık suda balık avlama politikaları karşısında akıl tutulması yaşanması büyük tarihsel hata olur.
Emperyalizme ve feodalizme karşı Ulusal kurtuluş savaşını başarı ile vererek destan yazan vatandaşlık haklarını ve özgür birey kimliğini kazanan insanlarımız ve ülkemiz, ne 82 askeri faşist anayasasını, ne de demokrasi , kişi hak ve özgürlüklerine,çağdaş hukuk ve laiklik karşıtı oluşumlara ve sivil faşist diktatörlüğe yol açan AKP'nin Parti anayasasını hak etmiyor
Liboş (liberal) sol bozuntular , oportünist ve sosyal şövenist' ler yeterli değil ama; 12 Eylül 2010'da halk oylamasına sunulacak olan AKP'nin emperyalist işbirlikçi yeşil komprador burjuvanın çıkarlarını gözeterek ve ruh ikizleri olan 12 eylül Askeri faşist diktatörlüğünü aklama ile birlikte ülkede yarattıkları büyük tahribatların hesabını verememek korkusundan laik-demokratik Cumhuriyet yönetiminin geride kalan son kurumlarını etkisizleştirme ve sivil faşist diktatörlüğünün yolunu açma tuzakları üzerine hazırladıkları Parti Anayasasına 'evet' diyeceklerini söylemeleri bu liboş solcuların bugünkü iktidardan nemalandıklarının bir göstergesi olduğu unutulmamalıdır.
Diğer taraftan bir kesimin de BOYKOT kararı almalarının mantığını anlamak çok zordur. Bilimsel düşünce ve akıl kararsız olamaz.12 Eylül 2010 tarihinde bir antidemokratik anayasa değişikliği referanduma sunuluyor.Bu antidemokratik yasalara karşı bir kararsızlık içinde diğer demokratik kuruluş ve örgütleri yani demokratik çoğunluğun antidemokratik yasalara karşı demokratik tepkilerini ıskalayarak tek yönlü boykot antidemokratik bir tutum ve davranış olup 'evet'' anlamındadır.Bu bölünme ülke de yaratılacak olan demokratik zemine ve barışa bir katkı sağlayamayacağı içinde tarih önünde bu vebal'dan kurtulamazlar.Bu tutum ve davranışın Emperyalizme ve feodalizme karşı Kurtuluş Savaşı vermiş bir ulusun ve insanlarının bir kısım demokratik anayasal haklarını yok eden anlayışa karşı da bir tepkisizlik anlamını da taşıdığı unutulmamalıdır.
Diğer taraftan da kendilerini milli görüş olarak anlamlandıran Siyonizm ve emperyalizm karşıtı olduklarını beyan eden siyasal İslamcıların ülkenin bağımsızlık konusunda ne kadar samimiyetsiz oldukları emperyalistlerin BOP kapsamındaki ''ılımlı islam''modeli yönetim projelerine bir alternatif olduklarını göstermek adına ve anayasa değişikliği ile bir antidemokratik kurum ve kale kazanımlarını hesap ederek antidemokratik anayasa değişikliği referandumunda iktidarla hemen ortak platform oluşturarak bir cephe kurdukları ve birbirleri ile hesaplaşmalarının 13 Eylül'de tekrar başlayacaklarını beyan etmeleri gözden ırak tutulmamalıdır.
Şimdi bir Anayasa yapmak ihtiyacı hangi koşullarda zorunlu hale geliyor.Anayasa'nın toplumsal değer anlamı nedir? Toplum bilim anlayışım dahilin de irdelemeye çalışacağım :
Anayasa, sınıflı toplumlarda tarihsel süreç içinde gelişen toplumsal iç ve dış dinamiğin yapısına ve toplumsal güçlerin egemenliğine göre yönetenler ile yönetilenler arasında bir devletin nasıl biçimlendirilerek yürütüleceğini belirleyen ve toplumsal güç dengeleri arasında kişi hak ve özgürlüklerini düzenleyen yasalar bütünüdür.
Toplumsal güçler arasında ekonomik, siyasi, politik ve sosyolojik temelde toplumsal diyalektiğin bir olgusu olarak değişen ve yeniden oluşturulan toplumsal yapının yönetim biçimini toplumsal güçler arasındaki denge belirler.Ve bu yönetim sisteminde kişi hak ve özgürlükleri toplumsal güçler arasındaki anlayış mücadelesi ve örgütsel güçlülük boyutunda anayasal hak olarak kazanım sağlar.
Bir yeni anayasa yapma ihtiyacı öyle kendiliğinden oluşmaz. Toplumsal alt ve üst yapısında gelişen koşullar yeni bir rejim değişikliğini getirmesi sonunda devletin nasıl yürütüleceğini zorlar ve bu rejimin ruhunu koruma ve kollama yöntemleri anayasa ile belirlenir.
Çağdaş Anayasal parlamenter demokrasilerde yönetim yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşur.
Yasama'nın temel görevi yasa çıkartmak,
Yürütme'nin görevi var olan yasaları uygulamak ve yeni anayasa önermek,
Yargı organları mahkemelerden oluşur ve yasaların uygulanmasıyla ilgili davalara bakmaktır.
Yasama, yürütme ve yargının işleyişi anayasal parlamenter demokrasilerde kuvvetler ayrılığı dengesi içinde bir işleyiş gösterir.
Ülkemizde Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde beş anayasacılık hareketi görülmüştür. Bunlar 1876(1293 sayılı),1909(1325 s.),1921,1924 ve 1961 tarihli Anayasa'lardır.
ilk Anayasa 1876' da Osmanlı Devletinde 2.Abdülhamit döneminde ''1293 Kanun-u Esasisi' ''adıyla Mutlak Monarşi'den anayasal Monarşiye geçişi belirleyen ve Meşrutiyet rejiminin temelini atan bir anayasadır. Bu anayasa yasama ve yürütme organ ve yetkilerini birbirinden ayırmayan Kanun-i esasi sistemi yürütmenin padişahın üstünlüğü ilkesine dayanıyordu,.Seçimle gelen Heyeti Mebus'an üyeleri Anayasaya değil padişaha sadakat yemini ederek göreve başlarlardı.İlk parlamento Belçika ve Fransız anayasaları örnek alınarak bu anayasa ile gerçekleşmesine rağmen meşruti bir sistem getirmemiştir.Daha sonra 2. Abdülhamit kendisine tanınan yetkisini kullanarak Meclis-i Umumiyi kapatarak Anayasa fiilen ortadan kaldırılmıştır.
İttihat ve Terakki örgütünün(Genç Türkler, Jön Türkler, Yeni Osmanlılar)) başını çektiği 2.Meşrutiyet hareketi ile 1876 Anayasası yeniden yürürlüğe konmuş ve padişah bir ferman ile Meclis-i Mebusanı toplantıya çağırmıştır.1909 yılında 31 Mart olayından sonra Abdülhamit'in yerini alan V.Mehmet Reşat döneminde 1293 Kanuni Esasisinin birçok maddeleri değiştirilerek ve yenileri eklenerek tam bir parlamento biçimine sokulmuştur.23 ocak 1913'de hükümet Parlamento darbesi yaparak İttihat ve Terakki Partisi parti diktatörlüğünü kurmuştur. 1.Dünya Savaşına girildiği sırada Parlamento kapatılmıştır.1914 Aralık ayında toplanmıştır.
Emperyalizme ve Feodal İşbirlikçi Osmanlı hanedanlarına karşı verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası Egemenliğin Milletin olduğunu belirten yeni bir Anayasa ''Teşkilat-ı Esasiye ''20 ocak 1921'de kabul edilerek yürürlüğe konuldu.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra 20 Nisan 1924'de daha kapsamlı bir anayasa yürürlüğe konuldu.
Cumhuriyetin temel ilkelerine ve ruhuna uygun olmayan gelişmelere karşı Cumhuriyetin bir kurumu olan Cumhuriyet Ordusu'nun 27 Mayıs 1960'da yönetime el koyması sonucu yeni sosyal devlet olgusu gibi yeni bir kazanımla 1961 Anayasası yürürlüğe girdi.
1950-1960 arası Adnan Menderes'in iktidar dönemlerinde ABD emperyalizmine yarı bağımlı durumuna getirilen Ülkemiz ve yozlaştırılan Laik ,demokratik Cumhuriyet , kendi sivil kurumsallaşmasını ve milli ekonomik yapısını oluşturamamasından kendini koruma güçsüzlüğünden laiklik karşıtı güç ve ırkçı milliyetçi şövenizm'in , toplumun çağdaşlaşma projelerini gerçekleşmesini sağlayacak olan aydınlanmanın ve yükselen emeğin sınıf bilinci ile devrimsel dönüşümü sağlayacak olan toplumsal dinamıklare karşı ülkeyi ABD Emperyalizmine bağlı duruma getiren işbirlikçi Komprador burjuvazi ve ABD Emperyalizminin desteği ile 12 Mart 1971 ve 1980'de Faşist askeri darbeleri 1982'de antidemokratik yasalardan yapılan anayasayı yürürlüğe koymuştur.
Bu kısa hatırlatmalardan anlaşıldığı gibi normal koşullarda yeni bir anayasa yapma söz konusu olamaz. Ancak sistemin yürürlükteki Anayasa'da yazılı ruhuna uygun günün koşullarından doğan ihtiyaçlar doğrultusunda anayasa'da bir takım yasal değişiklikler ve yeni yasalar yapmak mümkündür.Yeni bir anayasa ihtiyacı ancak ve ancak sistem değişikliği getiren koşullarda mümkündür.Eğer bir yeni anayasa yapmada yasama ve yürütme cesaret buluyorsa demek ki o koşulların yani yeni yönetimin zemini de yaratılmıştır veya yeni yönetime giden yol aralanmıştır.''BUZ KIRILMIŞ YOL AÇILMIŞTIR.'' demektir.
Gerçekten 'buz kırılmış yol açılmış''mıdır? Bu yol nereye gidiyor?
Toplum olarak ağır bedeller ödeyerek ümmetçi bir toplumun kulluğundan kurtulup özgür birey ve özgür toplum olabilmek için verdiğimiz mücadele uzun bir tarihi süreci kapsamaktadır. Bu tarihi süreç sonunda ulaştığımız çağdaş-uygarlık yolunda evrensel insan Hak ve özgürlüklerimizi genişleten bir eksenden geriye doğru evirmek isteyen emperyalistlerin güdümündeki işbirlikçi yeşil sermayenin komprador burjuva iktidarının ortaçağ zihniyeti, Kurtuluş Savaşında işbirlikçileri emperyalistlerle birlikte yaşadıkları trauma'yı hiçbir zaman içlerine sindirememişler ve bu yenilginin ezikliği içinde kurduğumuz demokratik laik Cumhuriyeti yok etmek için var güçleri ile uğraş vermişlerdir.
Demokrasinin nimetlerinden yararlanarak 1950 'de iktidar koltuğuna oturan Adnan Menderes'le başlayan serüven bebeklik çağındaki laik demokratik Cumhuriyetin kurumsallaşamayan kurumlarını tek tek yozlaştırmaya başladılar. Önce aydınlanmayı sağlayacak olan eğitim kurumlarının çağdaş bilimsellik ve akılcılık kazandıran yapılanmasını yok etmeye başladılar. Halk evlerini,köy Enstitülerini kapatarak yerine imam hatip okullarını açarak ve gittikçe yaygınlaştırarak buraları siyasal İslam-i politikalarının arka bahçeleri haline getirdiler.Sanki Cumhuriyet yüzde doksan dokuzu İslam olan ülkenin dini inançlarını yok etmiş gibi bir büyük istismarla ruhban okulları haline getirdikleri bu okullarda okuyan genellikle yoksul insanların çocuklarının ruhunu sömürerek laik cumhuriyete karşı bir alternatif cennet vaat eden ortaçağ teokratik yönetim anlayışını beyinlere aşılamaya başladılar. Laik-demokratik çağdaş Cumhuriyetin insanları arasındaki sosyal adaleti ve sosyal paylaşımcı dengeyi sağlayacak , insanlarımızın üretkenlik kabiliyetlerini artıracak , özgürleşmesini ve ülkenin siyasi bağımsızlığı yanında milli karakterli ekonomik gelişmeyi sağlayarak ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak olan karma ekonomik sistemi çökerterek sosyal devlet politikalarını yok ederek ' Türkiye'yi küçük Amerika yapacağız,her köşe başında bir milyoner yaratacağız'' söylemleriyle savaşın yaralarını tam olarak saramayan halkımızın yoksulluk ve dini zaaflarını istismar ederek ABD Emperyalizminin güdümüne ülkeyi borçlandırıp sokarak , liberal ekonomik yapılanmayla işbirlikçi komprador burjuvanın yaratılmasını ve devlet desteği ile pozitif ayrımcılık yaparak palazlandırarak emperyalizme bağımlı hale getirmişlerdir. Giderek iç ve dış borçlar katlanarak bu günlere geldik.
Cumhuriyet yönetiminin devletçi politikaları ile ekonomik yaşamımıza kazandırdığı bağımsızlık sembolleri diye adlandırdığımız KİT'leri, binlerce fabrikaları, madenleri,üretim alanlarımızı, yabancılara toprak satışına değin halkımızın iş güvencelerini sağlayan tüm ekonomik varlığımızı özelleştirme adı altında emperyalistlerin işbirlikçisi yerli ve yabancı kuruluşlarına nerede ise peşkeş çekilerek satılan çoğunluğu atıl bir duruma getiren bu pazarlama neticesinde kapı dışı edilen emekçilerin hiçbirinin sosyal güvenceleri kalmamıştır.Ülkemizin ekonomik temeli olan Tarım ve Hayvancılık uygulanan neo-liberal politikalarla çökertilmiş,bu sektörlerde de felç olan yaşam köyünden kentinden büyük göçlerle metropollere bir iş bulmak umuduyla gelenler yaratılan sadaka ekonomisinin tutsağı durumuna düşerek siyasi sömürünün oy depoları olmuşlardır.Çığ gibi büyüyen işsizlik ve üretimsizlik gittikçe ülkeyi emperyalizme bağımlı hale getirerek bireyin özgür irade gücünü ve dinamiğini yok etmiş, hafızalardan silinmesi istenen kurtuluş savaşında emperyalizme karşı direnen o devrimci ruh , inanç ve tarih bilinci bu şekilde körletilmeye çalışılmaktadır.
Mustafa Kemal'in Viladimir İliç Ulyanov Lenin'e gönderdiği 4 Ocak 1922 tarihli mektubunda ''Türkiye'nin , açık veya kapalı olarak çılgınca saldırılara hedef olmasının nedeni,bütün mazlum uluslara kurtuluş yolunu göstermiş olmasıdır'' demiştir.(Okan Gökay EMGENGİL,Türkiye Devrimi'nin Yol Haritası ve Avrasya Rotası.sayfa 535)
Bulgar tarihçi Stefan Velikov ''Türk ulusunun Kurtuluş Savaşı ya da Kemalist Devrim , Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Asya'da meydana gelen antiemperyalist eylemin en aydınlık örneğidir'' demiştir.(0.G.EMGENGİL,Türkiye Devrimi'nin Yol Haritası ve Avrasya Rotası,sayfa 535)
Hindistan Parlamento Kurulu Başkanı Sucheta Kripalani şöyle der;'' Atatürk yalnız Türk ulusunun değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün ulusların önderiydi.O'nun yönlendirmesiyle siz bağımsızlığınıza kavuştunuz.Bizde o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk.''(O.G.EMGENGİL,Türkiye Devrimi'nin Yol Haritası ve Avrasya Rotası,sayfa 536)
İşte insan onurunu yücelten , tüm Asya ve Afrika 'nın mazlum insanlarına ve tüm İslam ülkelerine çağdaşlaşma ve uygarlaşma ekseninde yolunu açan ,ufkunu genişleten bin yılın uykusundan uyanan halkımızın emperyalizme ve feodalizme karşı verdiği şanlı özgürleşme mücadelesi ve laik demokratik çağdaş Cumhuriyet yönetim anlayışına karşı emperyalistlerin ve işbirlikçi komprador burjuvanın amansız çılgınca karşı devrimci mücadelesinin özeti budur.
Tüm iştahları üretim gücü tüketilmiş, sadaka ekonomisine muhtaç olmuş örgütsüz lümpenleşmiş tarikat ve cemaatlerin çadır aşevlerinde bir kase çorbaya şükreden, özgürleşme derdi olmayan köleci bir toplum yapısında çağdışı tanrı adına teokratik bir yönetim anlayışına biat eden bu toplumsal yapının başında emperyalizme teslim olmuş tüm yetkileri ve güçleri tanrı adına kendi ellerinde olan otokratik bir lider hegemonyacılığı anlayışı ile Mustafa Kemal ATATÜRK' ün yön verdiği çağdaş-uygarlık yolundaki ekseni ortaçağ karanlığındaki despotik anlayışındaki teokratik yönetim anlayışlarına evrimleştirmektir.
Bu mümkün değil midir?
Demokratik kitle örgütleri bertaraf edilmiş, emekçilerin sınıf mücadelesi söndürülmüş, aydınları, yazarları, gazetecileri ,yurtseverleri sindirilmiş üzerlerine korku imparatorluğu hakimiyeti kurulmuş,yargı vesayet altına alınmış,kendini savunamayan direnci kırılmış bir toplumsal yapı oluşturulmuşsa elbette bu mümkündür. Komşularımız İran, İrak, Afganistan ve Filistin halklarının yaşadıkları durum bizim tarih bilincimizi diri tutmamız için birer örnektir.Bu ülkeler hiçbir zaman bizim gibi çağdaş ve uygarlık yolunda bir eksen yakalayamamalarına rağmen geçmiş yüzyıl içindeki durumları bu günkü durumlarından daha aydınlık bir durumdaydılar.Şimdi geçmiş zamanlarını arar olmuşlardır.Bu ülkeleri bu durumlara getiren emperyalistlerin sömürgeci politikalarına hizmet eden kendi içlerindeki işbirlikçileri olduğu unutulmamalıdır..
Ülkenin demokratik kitle örgütlerinin , emekçilerinin ,memurlarının,emeklilerinin ,gençlerinin ,kadınlarının,çalışanlarının,üretenlerinin, işsizlerinin , sahipsizlerinin aydınlarının,akademik bilim insanlarının velhasıl tüm toplumun çözülmesi zorunlu direngen ihtiyaçlarının ıskalanarak ve toplumsal konsensus sağlamadan anti demokratik bir yöntemle parti diktatoryası altında hazırlanan bir antidemokratik Anayasa da yasalar değişikliğini ''bitaraf olan bertaraf olur''gibi demokratik kurumlar ve toplum üzerine tehdit ve faşizan bir baskı,korku paranoyası yaratarak 12 Eylül 2010'da referanduma sunulması çağdaş hukukumuza ve anayasal parlementer demokrasi yönetimimizin ruhuna aykırı ve antidemokratik bir yöntemdir.
Bu referanduma sunulan yasalar içinde en önemlisi Çağdaş Parlamenter Demokrasimizin işleyişinin olmazsa olmaz ilkesi yasama , yürütme ve yargı arasındaki güçler dengesini ve bağımsızlığını yok ederek laik demokratik cumhuriyeti ,kişi hak ve özgürlüklerini savunmasız bırakan yerine teokratik eksenli Otokratik sivil diktatoryasının yolunu açan ve ülkeyi felakete götüren yasalar değişikliğine hayır.
Demokratik kitle örgütleri, partiler ve Laik-demokratik cumhuriyetin kurumları,aydınlar,yazarlar,gençler, tüm yurtseverler ,emekçiler toplumsal dinamiğin unsurlarıdırlar.Bu toplumsal dinamikler bilim ve aklın ,sağduyunun ortak payda penceresinden büyük sorumlulukları oldukları bilinci ile birlikte bir tutum ve davranış birliği içinde toplumsal duyarlılık göstermeleri zamanıdır. Unutmayalım demokrasi ve özgürlükler herkes için gereklidir. Bu emperyalist sarmala, köleliğe yol açan oldu bittileri mahkum etmek sorumluluğu bu ülkede özgürce yaşamın devamından yana olan sağ, sol herkesin üzerinedir. Demokratik bir platformda birlik zamanıdır. Daha çok özgürlük için yaratılacak olan demokratik zemin ve barışa katkı için antidemokratik yasalara HAYIR.
VETERİNER HEKİM NURETTİN ÖZTÜRK