YAŞAM DİNAMİĞİ’NİN VAROLUŞU
ÜZERİNE EKOSİSTEMİN ETKİSİ
Veteriner Hekim Nurettin ÖZTÜRK
Başlangıçta gezegenimizde ekosistemler ve bu ekosistemlerin bütünlüğünü oluşturan Biyosfer’de doğal bir denge varken; milyonlarca yıl doğa dengeli ekosistemler yaratarak sağlıklı ve dinamik bir yaşam devam etmiştir. Doğa’nın bu doğal ekosistemleri içerisinde canlılar arasındaki denge doğal bir seleksiyonla sağlanmaktaydı.
Tarım ilaçlarının aşırı derecede kullanılması, doğanın akciğerleri olan ormanların yok edilmesi, bilinçsiz aşırı avlanmalar, sağlıksız yapılaşmalar, yaratılan kirlilik vs. vs. çevresel değişmelerle ekosistemde bozulan denge, doğal seleksiyona eklenen aşırı suni seleksiyonla bir çok canlı türlerinin yok olması ve yaşanabilir ortamın yavaş yavaş yok olmasıyla birlikte yaşam dinamiğini güçlendiren sağlıklı ekosistem gittikçe yok olmaktadır. Böyle bozulan denge sonunda diğer yok olan türler gibi kendi sonumuzu da getirmekteyiz.
Doğa ile canlı varlıklar bir bütündür. Canlı varlıkların en küçük parçası hücre organları, organlarda organizmayı nasıl meydana getiriyorsa, gezegenlerimizin yaşamı olan ekosistemler, biyosferi, o da ekoloji yani dünyada yaşam alanını oluşturuyor.
Demek ki; ekosistemin dengeli olması yaşam dinamiği üzerine olumlu, etki yapmaktadır. Ve yaşamın olmazsa olmaz koşuludur.
Öyle ise; ekosistemin bozulmasına etken olan koşulların hazırlayıcı sebebi doğal gelişimin dışında insansa, insan neden kendi yaşam dinamiğinin varoluşunu ortadan kaldırıyor? Bu sorunun yanıtını insanın ekosistem içindeki canlılardan etkilenmelerinden hareketle irdeleyelim.
İnsan doğayı kendine adapte edebilen, düşünen, üretim faaliyeti olan sosyal bir varlıktır.
İnsan yaşam dinamiklerini karmaşık doğa yaşantısı içindeki canlıların yaşam alternatiflerini örnek alacak tarzda yarattıkları üretim, sistemleri ile yaşamsal mücadelelerini sürdürür.
İnsanın insanlaşma süreci içinde başlangıçta vahşi bir aslan gibi avcı iken, besin depolama gibi bir faaliyet içinde değilken, ilkel komünal bir yaşam sürdürürken, üretimde ihtiyaç fazlası yaratma gibi bir sorunu yoktu. Ve doğal bir yaşam sürdürüyordu. Bundan dolayı doğayı fazla tahrip etmezdi. İlkel bir komünal yaşayışla toplumun ihtiyaçları kadar bir üretim dinamiği yeterliliği vardı.
İnsanları en çok etkileyen bal arıları ve karıncalardır. Bal arıları ve karıncaların en çok yaşam benzerlikleri koloniler halinde büyük bir aşiret durumundaki aile yapısında ve kollektif üretim faaliyeti içinde olmaları ve besin depolama içgüdülerine sahip olmalarıdır. Doğada karınca ve arı kolonilerinin çok çalışkan olduğu biliniyor. Aslında besin fazlası üretim yapma içgüdülerine sahip olmalarından dolayı nasıl olsa besin var diye çoğu zaman aşırı tembellik gösteriyorlar. Koloni içinde duyarlı bazı bireylerin kışkırtması ile olağanüstü bir kollektif faaliyete yönlendirilmektedirler. Bu şekilde bir dişlinin çarkları gibi tüm koloni işe koyulmaktadır.
Ekonomik ve sosyal adaletçi bir paylaşım ilişkileri ve kollektif üretim sistemlerini geliştirmiş ileri toplumlar bal arısı ve karıncaların yaşam felsefesine benzerlik gösteriyor.
Bal arıları ve karıncalar gibi kollektif üretim içinde üretim fazlası yaratılırken insan toplumlarında da çok duyarlı bireyler toplumun üretim ve yaşam tarzını iki yöne yönlendirebilirler. Sosyal adalet ve paylaşımcı ilişkiler içinde olmayan üretim araçlarını ve üretim fazlasını ellerinde bulunduran azınlığın egemen olduğu burjuvazinin kapitalist toplum tarzında veya üretim araçlarının tüm topluma ait olduğu, eşitlikçi ve sosyal adaletçi sosyalist toplum tarzında yönlendirme olabilir.
Kapitalist toplumun amacı azınlığın yaşamını egemen kıldığından aşırı üretim ve çok kâr elde etmeyi amaçladığından doğanın ve atmosferin tahribi onu hiç ilgilendirmez.
Sosyalist toplum tarzında yaşam toplum çıkarlarını ve geleceğin aydınlık dünyasını hedeflediği için doğanın tahrip edilmesini istemez.
Karınca ve arı kolonilerinin kollektif yaşamın faaliyeti içinde olmaları sosyalist yaşama benzerlik göstermektedir.
Doğa da ailesel bir yaşamları olmayan, üreme faaliyeti dışında üretim etkinlikleri olmayan diğer hayvanların üzerinde kan emerek yaşayan asalaklar (parazitler); bit, pire, kene, sülük uyuz böcekleri gibi hayvanlar vardır. Bu asalaklar başkalarının kanını emmekten, hastalık etkenleri taşımaktan başka yararları yoktur.
Yine üretim faaliyeti içinde olmayan ve besin depolama içgüdüsüne sahip olmayan hep beslenme içgüdüsüne sahip aslan, çakal, koyun gibi hayvanlar doğaya adapte içgüdüsü içinde yaşam mücadelesi veren güçlünün zayıfı avlayan hayvanların yaşamları, üretim faaliyetini yok etmiş, tüketici topluma dönüşmüş geri insan toplumları böyle bir yaşam içinde değiller mi?
Bir kollektif üretim faaliyeti geliştirmeyen toplumlarda sülükler gibi, kene gibi asalaklar insan toplumlarında da her türlü sosyal huzursuzluk yaratmıyorlar mı? İnsan emeğini sülük gibi emen kapitalist toplumlar böyle değil midir?
Kolları uzun, olduğu yerden tüm deniz canlılarının düşmanı Ahtapot gibi yeryüzünde tüm mazlum ulusları sömüren Emperyalizm (vahşi kapitalizm) doğanın bu yaratığına benzemiyor mu?
Kendini sert kabuğu içine hapsetmiş, kaplumbağa ve kirpi gibi sinmiş dünya ile insan değerlerinden ve etiğinden uzak evrensel insan ilişkilerini geliştirmeyen despotik yönetimler benzerlik göstermiyor mu?
Karmaşık doğa yaşantısı içindeki hayvanların beslenme şekillerine baktığımız zaman etle beslenen (etobur) hayvanlar yırtıcı, duyarlı, etkili ve doğaya egemendir. (Aslan gibi). Ot ile beslenen (herbivor) hayvanlar ürkek, duyarsız ve grubuna karşı sorumsuzdurlar.(Koyun gibi). Ayrıca etle beslenen hayvanlarda yaşam süresi otla beslenen hayvanlara nazaran daha uzundur.
İnsan toplumları içinde ekonomik durumları yüksek seviyede olan ileri toplumlarda ortalama yaş, üçüncü dünya ülkelerinde ekonomik durumları iyi olmayan toplumlardakinden daha yüksektir. Bunun nedeni ileri toplumlarda hayvansal protein tüketiminin daha yüksek olmasındandır.
Sonuç olarak doğa ile canlılar arasındaki doğal denge yaşam dinamiğinin varoluşu üzerine olumlu etkendir. Doğal denge bozuldukça yaşam yok olmaktadır.
İnsan toplumlarındaki sosyal adaletçi paylaşım doğal dengenin korunmasındaki olumlu bir etkendir.
Veteriner Hekim Nurettin ÖZTÜRK