EMPERYALİZM
TARIM VE HAYVANCILIK
SEKTÖRÜNÜ ÇÖKERTMİŞTİR
Veteriner Hekim Nurettin ÖZTÜRK
1946 Liberalizm ruhu ile birlikte vahşi kapitalizm (emperyalizm) milli ekonominin temeli olan tarım ve hayvancılık sektörünü çökeltmiştir.
Hiçbir varoluş ya da yok oluş bir anda olmaz. Nicelden nitel’e giden bir zaman süreci içinde var oluş ya da yok oluş gerçekleşir. Deprem aniden olmuyor, önce sismik dalgalar halinde küçük küçük şiddetlerle uyarılar verir, aldırış etmeyiz, peşinden gelen büyük felaketle yok eder. Nicelden nitele giden o zaman sürecini algılayabilir, yorumlayabilir ve bir senteze varılırsa, çıkarlarımıza uygun önlemler alırız.
Ülkemizin bugünlere nasıl getirildiğini, nedenlerini bir yurttaş sorumluluğu bilinci içinde siyasal, ekonomik ve sosyal anlayış felsefem ışığında yorumlamaya çalışacağım.
1914 dünya savaşı emperyalistlerin dünyayı yeniden paylaşım savaşıydı. Koskoca Osmanlı imparatorluğu tarihi misyonunu tamamlamış feoadal bir köylü toplumuydu. Ulus bilinci oluşmamış, çagdaş milli ekonomisini ve sermayesini yaratmamış, ümmetçi padişah yönetimini tekelci kapitizmin(emperyalizmin)iş birlikçisi olmuş, kapitilasyonlarla ülkesini emperyalizmin sömürgesi haline getirmişti. Dış borçlarını ödeyecek ekonomik ve siyasi gücü kalmayan imparatorluğun topraklarını emperyalistler paylaşmak için dört bir yandan ülkeyi sardılar.
Emperyalist işgalcilere karşı ulus bilinci ile uyanan halkın direnişi ile Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde işgalciler topraktan temizlenerek ulusal bağımsızlığımızı binlerce şehit kanı ile kazandık. Padişahlık yönetimine son vererek Cumhuriyeti ilan ettik.23 Nisan 1920`de ilan ettiğimiz Cumhuriyet yönetimimizin ruhu, çağdaş, milli, laik, demokratik ve sosyal adaletçi bir hukuk sistemine dayalı bir karakter taşıyordu.
Ülkemiz siyasi bağımsızlığını kazanmıştı. Fakat bu yetmiyordu. Ulusal bağımsızlığın ilelebet sürmesi için ekonomik bağımsızlığı da elde etmek gerekiyordu. Bir daha vahşi kapitalizmin(emperyalizmin)sömürgesi haline gelmemek için, öz kaynaklarımızdan gücünü alan ekonomik kalkınmayı sağlamak için üç seçenek vardı; sosyalist kalkınma yolu, liberalizm ya da planlı ekonomik modele dayanan karma –ekonomik modelle kalkınma yolu olacaktı %80' köylü toplumu olan ülkemizin milli ekonomik temelinde tarım ve hayvancılık vardı.
O günkü şartlarda cumhuriyet'in yapılanma döneminde 1923-1931 yılları arasında yani 8 yıl Liberal ekonomik model uygulanmıştı. Liberalizm özel sektörün serbest rekabete dayanan bir sistemi olduğundan, özel sektörün gelişmiş kendi milli gücü ve yabancı sermaye ile rekabet edecek güçte olmadığından tekrar emperyalistlerin işbirlikçisi haline gelebileceğinden ve bağımsız Cumhuriyeti tehlikeye sokabileceğinden 1932 yılında ülkemiz için en uygun planlı ekonomik modele dayanan karma-ekonomik modele geçilmiştir. Karma-ekonomik model, birey haklarını ve çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan Liberalizmin aksine toplum yararları ile bireysel çıkarları bağdaştırmayı amaçlayan bir modeldi. Bu sistemle siyasi ve ekonomik bağımsızlığımızı gerçek bir bağımsızlık haline getirmek için zorunlu bir kalkınma yoluydu.
Karma-ekonomik model’de kamu ve özel sektör bir rekabet içerisinde olmadığından birbirini destekleme mecburiyetinde olduğundan oto-kontrol mekanizması ile toplumsal dejenerasyon yaratmaz. Özel sektörün milli bir sermaye ile beklenmesini ve gelişmesini sağlar.
Planlı ekonomik model uygulanan ülkemizin; kaputilasyonlardan kalan Osmanlı Devleti'nin borçları ödenmiş, yabancı şirketler satın alınarak millileştirildi. Özel teşebbüsü koruyucu ve geliştirici kanunlar çıkartıldı. İlkel yöntemlerle aile işletmeciliği şeklinde yapılan tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi için, köylünün eğitilmesini amaçlayan köy enstitüleri, köy birlikleri, kooperatifler, et ve balık kombinaları, şeker fabrikaları, süt fabrikaları kuruldu ve toprak reformu çevresinde ilerici bir hareket başladı. Sosyal adalet anlayışı içinde tarım ve sanayi de büyük atılımlar yapılmıştır. Devlet yönetiminde milli birlik şuur'la onurlu iç ve dış politika izlenmiş, ülke içinde sosyal barış sağlanmıştır.
Devrimden sonra ekonomik yönde dünyada az rastlanan kendi kendine yeterli bir ülke haline gelmemize rağmen, bugün gittikçe artan işsizlik, yoksulluk, iç ve dış borç büyümesinin Tarım ve Hayvancılık sektörlerinin bitirilmiş olmasının nedeni ekonomi ve sosyal adalet anlayışındaki yozlaşmalardır.
Otuz yıl önce Veteriner Hekimlik mesleğime başladığım zaman ülkemizin hayvan varlığı Avrupa ülkeleri içinde birinci sıradaydı. Veteriner hekimliğimin otuz yıl sonrasında bugün hayvan varlığı yarı yarıya düşmüş, köylerde genç nüfus kalmamış, köyler nerde ise boşalmıştır.
Cumhuriyetimiz doğuş yıllarında ülkemiz nüfusu 13 milyon iken bugün 70 milyon, az deniyor. Uzun yıllar nüfus planlaması yapıldığı halde 85 yılda yaklaşık altı kat artmışız. Böyle giderse 85 yıl sonra yarım milyar nüfusu bulacağız.
Doğada yaşayan av hayvanları bile sağlıklı bir sürü halinde olabilmeleri ve beslenme alanların daralmaması için nüfus planlaması yapıyor. Bilimsel olarak araştırılmıştır. Av mı avlanmak ister, avcı mı avlamak ister. Sorunun yanıtı, av avlanmak istiyor. Av sürüsü, sürüye intibak edemeyen hasta, cılız olan fertleri sürü dışında avcıya bırakır. Av hayvanları diğer vahşi hayvanlardan ve avcıdan kendini korumak için sürünün sağlıklı olmasını ister ve diğer taraftan beslenme yönünden kaynaklarının yeterli olmasını sağlar. Bunlar hayvanların içgüdüsel olarak doğal seleksiyona karşı kendi nesillerinin devamı için vermiş oldukları bir var oluş davranış biçimidir.
Ülkemizin %70' i tarım ve hayvancılık sektöründe kendi aile işletmelerinde istihdam halindeydi. Aile fertleri arasında paylaşımcı bir iş bölümü ile kendi işletmelerinde barış halinde yaşıyorlardı. Planlı karma ekonomik model ve devletin sosyal adalet anlayışı içerisinde özel sektörle hiçbir rekabeti olmayan hatta birbirini besleyen bir ekonomik anlayışla huzur içinde milli ekonominin ve milli sermayenin oluşması sonucunda yürütülen bu ekonomik bağımsızlık politikaları işbirlikçi liberallerin anlayışı ile bozulan bu yapı yerine yaratılan gelir dağılımındaki eşitsizliğin sonucunda; kendi kendini aile işletmeciliği ile besleyen insanların ekonomik gücü yok edince, sosyal adaletsizlik gün be gün artınca büyük umutlarla metropollere göç olayı başladı.
Büyük göç dalgası kent bilincini, kültürünü yok etti. Dayanışmacı, sosyal barışçı bir yaşam sürdüren kırsal kesimden kentlere gelenler bir zaman sonra kent yaşamına uyumsuzlukları arttı, işsizlik daha da yoksullaştırdı. Üretim güçlerini kayıpetti. Hepside çok çocuklu çaresizlik, eğitimsizlik, meslek kariyeri olmayan varoşlarda yaşamak zorunda kalan bu ailelerin çocukları ne oldu? Yeni doğanlar camii avlularına bırakıldı, kimsesiz çocuklar çığ gibi çoğaldı. Sokak çocukları, kayıp çocuklar, mafia çocukları, kapkaçcı çocuklar, asosyal çocuklar, anne ve babasını öldüren çocuklar,tinerci çocuklar,uyuşturucu bağımlıları,çorap, mendil satan çocuklar,boyacılık yapan çocuklar,köprü altında yatan,çöplüklerde yaşam mücadelesi veren çocuklar vs. vs. vs. toplum dışına atılan av sürüsü misali.
Ekonomik yetersizlik, bozulan sosyal barış, artan işsizlik, yok olan aile düzeni, umutsuzluk, çaresizlik, özgüvenini yitirmiş bu toplumsal çöküntü bir ulusun yarınlarına doğru sağlıklı büyümesi mümkün mü? Bu halkın dayanma gücü nereye kadar.
Ulusal kurtuluş savaşı vermiş bu ulus böyle yönetilmeyi hak etmiyor. Bu yoksulluk, işsizlik girdabında durmadan artan nüfus, çok az “bak ben üç çocuk yaptım, sizde en az üç çocuk yapın’’ gibi ülke yöneticilerinin tavsiyesi.
Bu ülke, bu ulus büyük, bu topraklar 2-3 milyar nüfusu besler. Ülkenin kendi kendine ekonomik yapısı yok edildi. Kurtuluştan sonra sosyal devletin yapmış olduğu, bağımsızlık sembollerimiz diye adlandırdığım yüzlerce fabrikalar, tesisler yok parasına bir avuç kapitaliste satıldı. Tarım ve hayvancılık yok edildi. İnsanların üretkenlik kabiliyeti yok edildi. Üreten degil, tüketen bir toplum yaratılıyor. Ekili olmayan arazilere destek veriliyor. Yoksul kıvranıyor. Tarım alanlarını daraltan, kota koyan, İMF reçeteleri ile bu yoksulluk, işsizlik, toplumsal dejenerasyon yok edilemez.
Bugün gelinen noktada gelir dağılımındaki adaletsizliğin, yoksulluğun artmasındaki çarpık ekonominin ve toplumsal yaşamdaki çürümenin nedenleri altında yatan ulusun beceriksizliği ya da sadece eğitimsizliği değildir. Eğer böyle olsaydı ulusal kurtuluş savaşı veren bu ulusun yüzde kaçı okuryazardı. Bugün nerede ise kasabalara kadar yüksek okullar açılmıştır.
Cumhuriyetle birlikte egitimde, gelişmekte olan ülkeler içinde ülkemiz kadar büyük atılım yapan ülke sayısı pek azdır. Cumhuriyet her alanda ulusa tartışmasız büyük kazanımlar getirmiştir.
Öyle ise; ekonomideki çarpıklığın, toplumsal çürümenin nedeni nedir? Toplumdaki sosyal barışı bozan nedir? Toplumu refaha götüren ekonomik büyümeden sağlanamıyor. Milli gelir dağılımındaki eşitsizliğin nedenleri nedir. bu soruları çoğaltabiliriz.
Bu ulus kurtuluş savaşını niçin yaptı. O kadar şehit neden verildi. Çanakkalede boyun boyuna yatan şehitleri neden verdik. Kimlerden kurtulmak için savaş yaptık. Sadece ülkemizi işgal eden ülkelere karşımı savaş yaptık. Bir ulus bilinci ile niçin verildi de, neden bir ümmet bilinci ile kurtuluş savaşı verilmedi.
Bu ülkenin bir vatandaşı olarak duygularımı paylaşıyorum.
Büyük kurtarıcımız Mustafa Kemal Atatürk “Manevi mirasım bilim ve akıldır” demiştir. Tüm ulusu uyaran, gençliğe hitabetinde içteki ve dıştaki düşmanlar, hatta iktidar sahiplerinin gaflet ve ihanet içerisinde bulunabileceklerini hatırlatmasına rağmen ulus olarak en büyük zaafımız geleceğimizi bilimsel öngörüler ile olabilecekleri algılayamayışımızdandır.
Emperyalizme ve ümmetçiliğe karşı verilen ulusal kurtuluş savaşımızın temelinde özgür ulus bilinci, özgürleşmek, çağdaşlaşmak ve bağımsızlık ruhu vardır.
Ulusal kurtuluş savaşında kazanılan ulusal bağımsızlığımızı ilelebet yaşatmak için planlı ekonomik modele dayanan milli ekonomiyi-Tarım ve Hayvancılığı bugün bitirme noktasına getiren, toplumsal çürümeyi sağlayan çok partili parlamenter sisteme geçişle birilikte, bu yönetimde hâkim olan Liberalizm ve 1946 ruhunun iki aşamalı ideolojik politikaların bir sonucudur.
1- Yönetilme modelinin saptırılması: En büyük hata ulusal kurtuluş savaşımız sonrası kurduğumuz laik-demokratik cumhuriyet idaresi ile yürütmekte olduğumuz, milli ulusal politikamızla demokrasinin kurumlarını tam olarak oluşturmadan ve cumhuriyete sadakati sağlayacak olan ulusal kitle örgütlenmelerini sağlamadan yani laik-demokratik cumhuriyet ile birlikte demokrasinin gelişmesinde her yurttaşın inançlı katılımının eğitim ile birlikte sağlanma süreci tamamlanmadan çok partili parlamenter sisteme geçiş yapılmıştır. Bu gevşek yönetimden, demokrasinin özgürlük nimetlerinden faydalanan cumhuriyet karşıtları, cumhuriyet ilan edilmeden önce padişahlık yönetiminden yana olanlar, mandacılığı kabul etmek isteyen ideolojiler, cumhuriyetin kurumlarına nüfus ederek, yönetime gelerek padişahvari, milli değerlerden uzak yönetim anlayışları ile bebeklik çağındaki laik-demokratik, sosyal adaletçi sistem dejenere edilmiştir. Eğitimde bilimsellikten, ümmetçi anlayışa, bağımsızlık duygusunun, milli şuur’un hafızalardan silinmesine değin emperyalist tuzaklarla dolu bir mayın tarlasına ülke düşürülmüştür. Bağımsızlık ülküsü güçlü ulusumuz bu tuzakları zaman zaman hissetmiştir.Buna rağmen Emperyalizm komünizm tehlikesi para yonası yaratarak çağdışı yönetilmeyi sağlamak için fırsat kollamıştır. Afganistan, Irak’ta olduğu gibi diktatörler yönetime getirme çabaları sonuç vermemiştir.
Ulusal kurtuluş mücadelesi veren ulusun dinamikleri ülkeyi emperyalist tuzaklardan kurtarmış olmasına rağmen, ülke içinde sosyal barışın bozulmasında etkili olan cumhuriyetin ve demokrasinin ruhuna aykırı örgütlerle mücadele de başarısız olunmuştur. 27 Mayıs 1960 harekâtı ilerici ve devrimci bir karakter taşımasına rağmen, 1932-1945 devletçilik yönetiminin ruhuna uygun yapılanmayı sağlayacak durumda olmasına rağmen ülkeyi Ortadoğu’da hatta Avrupa’da ekonomik ve çağdaşlaşma yönünde büyük bir atılımın gerçekleştirilmesinde büyük bir fırsat kaçırılmıştır. Sonuç itibariyle 27 Mayıs 1960 inkılâbı köklü bir sosyal barışı sağlayamadığından, daha sonraları 1971 ve 1980 askeri rejimleri takip etmiştir.
Ülkeyi zaman zaman kaosa götüren olaylar sadece sağ ve sol ideolojileri ile ilişkilendirilmiştir. Emperyalist tuzaklarının olduğu gerçeğini anlayamadık. “Yaşasın bağımsız Türkiye” diye haykıran gençliği astık, onun gelişen özgür insan olma ruhunu yok ettik. Bu ülke içinde yaşayan tüm insanlar hepsi bizim insanlarımızdır. Biz ulus olarak ulusal kurtuluş savaşımızın ruhunu unuttuk. Atatürk’ün “bilim ve akıl” olan mirasını unuttuk. Tüm halkı cezalandırdık, öcü olduk kendi halkımıza, okuyan, düşünen, yazanları cezalandırdık. Gençliği anlamadık, anlamadığımız için sosyal barışı yok ettik.
Unutmayalım ki Mustafa Kemal Atatürk, gençliğe hitabesinde cumhuriyeti onlara emanet etmiştir.
2- Milli ekonominin temeli olan Tarım ve Hayvancılığı bitiren ikinci politik anlayış karma ekonomik modelden, serbest ve rekabetçi ekonomik modele dayanan işbirlikçi liberal politikaya geçiş sürecidir.
İktidar olan milli ekonomi karşıtları kendi öz kaynaklarımızı üretim alanında geliştirerek, milli sermaye yaratarak sanai’ye aktarma yerine emperyalist kaynaklı dış borçlanmaya gidilmiştir. Rekabet gücü olmayan özel sektör, işbirlikçi tekelci burjuvaya ülke kaynaklarını sömürtmüştür. Borçlanma gittikçe büyüdü, halen büyümeye devam ediyor. İMF reçeteleri ve dayatmaları ile tarımsal alanlarda ekim ambargosu (tütün, haşhaş v.s), daraltma, öz kaynaklarımız ile kurduğumuz tesisleri kapatma, kapasitelerini azaltma ve özelleştirme politikaları ile bağımsızlık sembollerimiz olan tüm tesislerin satılarak talan edilmesi sağlanmıştır.
Sosyal devlet anlayışından ekonomik model saptırılarak işbirlikçi liberalizme geçiş yapan anlayış aile işletmeciliği şeklinde olan tarım ve hayvancılık sektörünü modern tarımsal işletmelere dönüşümünü çağdaş örgütlenme yaratarak götüremediğinden yabancı sermaye girişi ve borçlanma ile dayatmalar, milli gelirin aşırı dış borçları ödeyecek durumda olmadığından yabancı sermaye ve IMF dayatması ile özelleştirme ve aşırı rekabet tarım ve hayvancılık sektörünü yutmuştur. Ve bu sektörü üretim alanı dışına iterek tüketici topluma dönüşümü sağlanmıştır.
Şunu iyi bilelim ki, ülkemizin refahı, geleceğimizin ekonomik temeli, 85 yıl önce de tarım ve hayvancılıktı. 200 yıl sonra da tarım ve hayvancılık olacaktır. Her türlü sanayimizin geliştirilmesinin kaynağı tarım ve hayvancılık sektörüdür. IMF’ye borçlanma ile büyümemiz imkânsızdır.
Veteriner Hekim Nurettin ÖZTÜRK
vetheknurettinozturk@hotmail.com
Kağızman,23.06.2008